VERGİ KAVRAMI
Vergi kamu harcamalarını finanse etmek için, doğrudan veya dolaylı bir şekilde yükümlülerden kamu gücü tarafından toplanan paradır.
Vergi’nin sözlük anlamı; kamu hizmetlerine harcanmak için hükûmetin, yerel yönetimlerin yasalara göre doğrudan doğruya veya bazı malların fiyatlarının üstüne koyarak dolaylı yoldan herkesten topladığı para, kamu giderlerini karşılamak amacıyla devletin veya devletin yetkilendirdiği diğer kamu tüzel kişilerinin, hukuki zorunluluk altında, yasayla belirtilen kurallara göre ve karşılıksız olarak gerçek ve tüzel kişilerin gelir ve malları üzerinden nakdi ya da aynî olarak aldıkları pay, devlete ilişkin genel giderleri karşılama amacı ile yükümlülerinden çeşitli adlarla alınan paradır.
Verginin ortaya çıkmasını, otoritenin ilk görüldüğü döneme kadar geriye götürebiliriz. İnsanlara bir şey yaptırabilme gücü ile birlikte vergi de doğmuştur. Bu doğrultuda düşününce, verginin tarihi devletin tarihinden eskidir diyebiliriz. Şu durumda vergi ile ilgili ilk teşhisimiz güç ve iktidarla ortaya çıktığı ve verginin tahsilinin öncelikle bir güç konusu olduğudur.
Verginin bir güç ve iktidar konusu olduğu bilgisi ile yola çıktığımızda diyebiliriz ki; bir devletin vergi koyma ve tahsil etme sisteminde sorunlar var ise o ülkenin iktidarında yani kamu otoritesinde sorunlar ve eksiklikler var demektir.
Her ne kadar vergi devletten eski olsa dahi, devlet vergi gelirleri üzerinde kurulmak zorunda olan bir yapıdır. Devlet olmanın yegâne nişanesi vergi salabilme ve tahsil edebilme kudretidir.
Hal böyle olunca devletin vergi salması yeterli değildir, bunları toplayabilmesi de elzemdir. Öyle ki; vergi toplama işlemi artık devlete gelir kazandırmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Doğrudan doğruya kamu düzeni ile ilgilidir.
SUÇ KAVRAMI
Genel anlamda suç kavramını, en yalın hali ile hukuka uygun olmayan eylemler olarak tanımlayabiliriz. Elbette bir fiilin suç olabilmesinin öncelikli koşulu kodifiye edilen hukuk içinde tanımlanmış olmasıdır. Kodlanmış hukuk metinlerinde tam olarak tanımlanmış olmayan eylemler, her ne kadar etik, ahlak dışı yahut kötü olarak yorumlansalar bile, bu o eylemlerin suç olarak kabul edilmelerini sağlamaz.
Suç; kanunun bir ceza hukuku yaptırımı ile karşıladığı fiildir. Yahut: isnat kabiliyetine sahip olan bir kişinin kanundaki kusurlu hareketi sonucu meydana getirdiği yine kanunda yazılı yaptırım uygulanmasını gerektiren eylem, şeklinde de tanımlanabilir.
Suçun kanunda tanımlanmış olmasının yanında, belli bazı unsurları da taşıması gerekmektedir. Bu unsurları bünyesinde bulundurmayan fiil, her ne kadar kanunda yaptırıma bağlanmış ise de suçun varlığı kabul edilemez. Bu unsurlar;
Kanuni Unsur ; suçun bu unsurundan anlaşılması gereken husus, eylemin ceza yasasında belirtilen duruma uymasıdır. Eylem yasadaki tanıma uymuyor ise, bünyesinde suçun diğer tüm unsurlarını barındırsa dahi suç sayılamaz.
Maddi Unsur; yasadaki tanıma uygun eylemlerden birini gerçekleştirmek, ancak icrai yahut ihmali bir davranışın sergilenmesi ile mümkündür. Bu durum, ceza hukukunun temel ilkelerinden olan “nullum erimen sine actione”[1]ilkesinin bir sonucudur. Maddi unsuru kısaca hareket olarak tanımlamamız da mümkündür. Fakat, tek başına hareketin varlığı suçun gerçekleşmesi için yeterli değildir. Bu hareket neticesinde dış dünyada bir değişiklik meydana gelmiş olmalıdır. Bu hareket ve netice ise birbirlerine illiyet (nedensellik) bağı ile bağlı olmalıdır.
Manevi Unsur; bu husus failin iradesi ile doğrudan bağımlıdır. Failin, hareketi tamamen kendi iradesi ile ve kendi kusuru ile gerçekleştirmesini gerektirir. Dolayısı ile şöyle bir değerlendirme yapmamız yanlış olmayacaktır: kişinin gerçekleştirdiği eylem hukuka aykırı bulunsa bile, eğer şahsi iradesi ile gerçekleştirmemiş ise kişi bu hareketinden dolayı suçlanamayacaktır.
Suçun unsurlarına ilişkin Danıştay’ın 7. Dairesi tarafından verilen 18.03.2008 tarih ve 2007/1132 E. VE 2008/1182 Karar sayılı hükmü izah ettiğimiz hususları ayrıntısı ile açıklayacak niteliktedir[2].
VERGİ SUÇU
Hukukumuzda suç ve cezalar Türk Ceza Kanunu’nda bulunmaktaysa bile, kimi özel kanunlarda da belli suç ve cezalar belirtilmiştir. Vergi suçları, Vergi Usul Kanununda 359, 360, 362 ve 363. maddelerde tanımlanmıştır. Anayasanın 71. maddesinde vergi ödevi düzenlenmiş olmasına rağmen, vergi suç ve cezaları ile ilgili bir düzenleme yapılmamıştır. Ancak suç ve cezalar ile ilgili temel ilkelerin belirlendiği Anayasa’nın 38. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun genel hükümleri, vergi suçları bakımından da geçerlidir.
Vergi Suçu: vergi mükellefleri, vergi sorumluları ve vergi idaresi ile bunların dışında olup ancak vergi suçu sayılan fiil ile ilişkisinin varlığı tespit edilen üçüncü kişilerin, Vergi Usul Kanunu ile diğer vergi kanunlarında belirtilen ödev ve görev hükümlerine cezayı gerektirecek bir şekilde aykırı hareket etmeleridir. Bu aykırılığı idare ve yargı her zaman doğru teşhis etmiş olamayabilir, bu aşamada vatandaşların mağdur olmamak adına en iyi şekilde haklarının savunulabilmesi için bir vergi avukatı aracılığı ile haklarını savunması yararlarına olacaktır.
Vergi suçlarında devlet, hem mağdur hem de cezalandırıcı konumundadır. Öyle ki; Vergi Usul Kanununun, vergi suçlarını düzenleyen maddelerine muhalefet, bu kanunlarla korunan hukuki yararlar olan devlet gelirlerinin korunması ve kamu güveninin sağlanması amaçlarına darbe vurmaktadır.
Öncelikle vergi suçlarında gözetilen ilk yarar, devlet gelirlerinin korunmasıdır. Bu açıdan, vergi suçları devlet gelirlerinde bir eksilmeye sebep olmadan engellense dahi, vergi kaybı gerçekleşmeden de, suçun unsurlarının oluşmuş olması sebebi ile (Tehlike Suçu) vergi suçu meydana gelmiştir. Bu gibi durumlarda mükellefler her ne kadar bir vergi ziyaı olmadığı için durumun ciddiyetini ilk aşamada anlayamasalar bile, bir vergi suçu raporu ile ceza mahkemelerinde yargılanmaları mümkündür. Bu aşamada ceza hukuku pratiğine ve vergi hukuku bilgisine sahip bir vergi avukatı aracılığı ile haklarını savunmaları yararlarına olacaktır.
Av. Murat OBAY (LL.M.)
Vergi Hukuku Bilim Uzmanı
[1] Hareket olmadan suç olmaz.
[2] “Ceza Hukukunda, kanunun cezalandırdığı eylem olarak tanımlanan suç, isnat kabiliyetine sahip bir şahsın kusurlu iradesinin yarattığı icrai veya ihmali bir hareketin meydana getirdiği, kanunda yazılı tipe uygun, hukuka aykırı ve yaptırım olarak bir cezanın uygulanmasını gerektiren eylemdir. Bu tanıma göre bir eylemin suç sayılabilmesi için, eylem sahibinin kusurlu iradesinin ürünü olması, kanunda sayılı tipe uygun bulunması ve bir yaptırımın uygulanmasını gerektiriyor olması şarttır. Vergi suçu, verginin mükellefi veya sorumlusu ya da bunlarla hukuki ilişkide bulunan üçüncü kişilerce vergi kanunlarında tanımı yapılan ve genellikle kamu maliyesinin gelir kaybına yol açan, vergi kanunlarıyla getirilen kuralların ihlali sonucunu doğuran eylemdir. Ceza ise, suç tanımına uyan eylemi gerçekleştiren kişilere uygulanacak olan ve nev’i, süresi ve miktarları kanunla belirlenen yaptırımlardır. Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemeyeceği ve kanunun açıkça cezayı arttırıcı bir neden olarak görmediği bir husustan dolayı kimsenin cezasının artırılamayacağı, “suçta kanunilik”; hiç kimsenin belli bir suçla ilgili olarak kanunda öngörülmeyen bir ceza ile ya da kanunda öngörülenden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmayacağı ise, “cezada kanunilik” ilkesinin özünü oluşturmaktadır.
Yukarıda yer alan tanımlardan da anlaşılacağı üzere, suç ile onun hukuki müeyyidesi olan cezanın ortak süjesi, suçu işleyen kişidir. “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi gereği, cezanın muhatabının, iştirak hükümleri saklı kalmak kaydıyla, kanunların suç saydığı eylemi gerçekleştiren kişi olması zorunludur.
Ceza Hukukunun temel ilkelerinden biri olan ve Vergi Hukukundaki suç ve cezalar için de geçerli olduğu konusunda kuşku bulunmayan ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar” başlıklı 38’inci maddesinin 7’nci fıkrasında kurala bağlanan, “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi, herkesin kendi fiilinden sorumlu tutulması, cezanın yalnız, suçu işleyenlerle iştirak edenlere verilmesi, suça katkısı bulunmayanlara ceza sorumluluğu yükletilemeyeceğini; hiç kimsenin işlemediği bir suçtan dolayı sorumlu tutulamayacağını, bir başkasının işlediği suçun, suçu işlemeyenlere sirayet edemeyeceğini ifade etmektedir.”
“Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne; mahkeme kararının bozulmasına… ”